Türkiye İle Kıbrıs Türk Halkının Kıbrıs Üzerinde Kazanılmış Hakları

 
Ali Fikret Atun
   

      Ali Fikret Atun

Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan,

halkını esir eden, içerideki cephenin suskunluğudur.

 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk

 

                                                                                                               

Bir asrı aşkın bir zamandan beri durmadan kanayan ve kangrenleşmiş bir yara haline

gelmiş Kıbrıs uyuşmazlığına ilişkin bir karar alırken, TC. Devleti bunun bir bedeli olacağını çok iyi hesap etmiş ve bu bedelin Türk milleti tarafından ödenmesini değer bulmuştur. Bu nedenle Kıbrıs uyuşmazlığı Türk milleti tarafından “ ulusal dava” olarak benimsenip, kabul edilmiştir.

Geçen bu uzun süreç içinde değişik evreleri tamamlayarak günümüze kadar gelen Kıbrıs uyuşmazlığının bu hale gelmesinden, adada yaşanan olaylardan ve dökülen her damla kandan tamamen, Kıbrıs’ı bir sorun haline getirerek, bu krizden güçlenerek çıkmayı planlayan Rum-Yunan ikilisi sorumlu olup, Kıbrıs’ta Türklere karşı işledikleri cinayetlerin ve oluşturdukları “de facto” siyasi yapının sorumluluğunu kimseye yükleme ve Türklerle paylaşma hakkına sahip değillerdir.

Türkiye ile Kıbrıs Türk halkı, Kıbrıs uyuşmazlığının başladığı günden zamanımıza kadar uzanan bu süreçte, uluslararası antlaşmalar ve uluslararası hukuktan kaynaklan ve asla vazgeçemeyeceği haklar elde etmiş ve kazanılmış bu hakların korunmasının onları kazanmaktan çok daha önemli olduğunun bilincindedirler.

Bugün Kıbrıs’ta Türkler ile Rumlar arasında devam eden toplumlar arası müzakerelerde Rum tarafının doymak bilmeyen ve kabul edilmesi imkânsız olan istekleri ile gem vurulmaz kabrisleri ve kendini beğenmiş tavırları karşısında, Türk tarafının izlediği belirsiz, suskun ve yetersiz politika, Türk halkı arasında ciddi endişelerin doğmasına sebep olmuştur. Rum–Yunan ikilisinin kendilerini dünyaya Kıbrıs uyuşmazlığının mağduru olarak gösterip adada kurulacak siyasi yapıyı kendi çıkarları ve ideolojileri doğrultusunda şekillendirmek için sarf ettikleri gayret karşısında, Kuzey Kıbrıs’ta devlet yönetimi ile yükümlü kişi, kurum ve kuruluşların sessiz, tepkisiz bir davranış sergilemeleri ve Rumların yaptığı yoğun çalışmalara ve uluslararası platformlardaki ısrarlı girişimlerine seyirci kalmaları Türk halkının endişelerini adeta ürkütücü bir boyuta taşımaktadır.

Kıbrıs’ta Rumlar daha fazla toprak almak; KKTC topraklarına azami sayıda Rum nüfus yerleştirerek iki kesimliliği ortadan kaldırmak; Garanti Ve İttifak Antlaşmalarını feshedip Türk Silahlı Kuvvetlerinin adadan ayrılmasını sağlamak ve Kıbrıs’ı 1960 öncesine götürmek için bütün olanak ve yeteneklerini seferber ederken, bu hassas dönemde, Türk tarafının bütün bu olanlar karşısında suskun ve tepkisiz kalması, hatta bazı sivil toplum örgütlerinin bir araya gelerek Rumların değirmenine su taşıyan bir tutum sergilemeleri, içler acısı bir tablo çizmektedir.

Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz bölgesindedünya siyasetine yön verecek bir mihrakta bulunanTürkiye, anılan bölgede barış ve istikrarın sağlanmasında hayati rol oynayan stratejik, kilit bir merkezdir. Ayni zamanda Türkiye, endüstriyel yaşamın canı olan, Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu’da bulunan petrol ve doğalgazın kesintisiz olarak ve güvenli bir şekilde dünya pazarlarına taşınmasında önemli rol oynayan transit bir geçiş ülkesidir. Hiç şüphesiz bu durum, Türkiye ile Doğu Akdeniz’i ve dolayısı ile Kıbrıs’ın güvenliğini ön plana çıkarmıştır. Türkiye, güneyden, Anadolu yarımadasına yönelecek tehditlere ve buradangelecek tehlikelere karşı hassas olup, güney-kuzey mihverinde vaki olacak muhtemel tecavüzlere açıktır.Her zaman Türkiye’nin ulusal güvenliği içinde mütalaa edilen Kıbrıs, Anadolu’nun güney sahillerini uzaktan koruyan jeopolitik ve jeostrtejik değerlere sahip çok önemli bir adadır. 21nci Yüzyıl’da baş döndüren bir hızla gelişen olayların şekillendirdiği dünya düzeni içinde önemli yer tutan Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin bekasını sağlayabilmesi ve bu bölgede büyük bir güç olarak etkinliğini artırabilmesi için, her ne pahasına olursa olsun, hayat alanı olan Doğu Akdeniz’de stratejik bir yeri olan Kuzey Kıbrıs’ı mutlaka elinde bulundurması ulusal güvenliğinin ve milli menfaatlerinin zorunlu kıldığı bir olgudur. Bu durum muvacehesinde, Türkiye’nin uluslararası antlaşmalardan ve uluslararası hukuktan kaynaklanan kazanılmış haklarından feragat ederek Garanti ve İttifak Anlaşmalarından vazgeçmesi ve askerini Kıbrıs’tan çekmesi geri dönüşü olmayan, telafisi imkânsız stratejik ve tarihi bir yanlış olacaktır.

Türkiye’nin garanti altına almadığı, silahlı kuvvetleri ile güvenliğini sağlamadığı KKTC Devleti’nin ve Kıbrıs Türk halkının adadaki varlığı her zaman Rum-Yunan ikilisinin tehdit ve tehlikeleriyle karşı karşıya kalacaktır. Bu durumda, büyük güçlerin Orta Doğu’da ve Doğu Akdeniz’de sürdürdükleri güç mücadelesi dikkate alındığında, Kıbrıs Türk halkının adada, atalarından kendilerine en değerli miras olarak bırakılan topraklarını savunabilmesi; KKTC Devleti’ni yaşatıp, tanıtabilmesi adadaki varlığını ve egemenliğini sonsuza kadar devam ettirebilmesi; KKTC Devleti’nin Türkiye ile olan siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve askeri bağlarını en üst düzeye çıkarabilmesi, Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki garantörlük haklarını devam ettirmesi ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin adada devamlı kalması ile mümkün olacaktır. Bu nedenle Türkiye ile Kıbrıs Türk halkının Kıbrıs üzerinde uluslararası antlaşmalarla elde ettikleri haklarından vazgeçmeleri ve/veya taviz vermeleri asla söz konusu edilemez vekazanılmış haklarına halel getirecek çözümlere evet demeleri beklenemez.

Sonuç:

1.    Türkiye ile Kıbrıs Türk halkı, Kıbrıs üzerinde sahip oldukları uluslararası haklarını dünyaya anlatmak için gerekli olan alt yapıdan ve etkin bir örgütten yoksun bulunmaktadırlar.

2.    Görsel, işitsel ve yazılı kitle iletişim vasıtalarına baktığımız zaman onlarınsansasyon peşinde olduklarını görürüz; sivil toplum örgütlerinin büyük bir kısmının üyelerinin haklarını korumaktan ve gösterişten başka bir kaygıları yok; akademisyenler kendi hallerinde; siyasetçiler de dünyada olup bitenlerden habersiz görünüyorlar.

3.    Türk milleti ve Kıbrıs Türk halkı “ulusal dava” olarak kabul ettiği Kıbrıs uyuşmazlığında bu suskun ve tepkisiz halini devam ettirdiği takdirde KKTC Devleti’ne ve Kıbrıs Türk halkına yazık olacaktır.

 


Yazan: Ali Fikret Atun

Sayfamızı Paylaşın:

Etiketler:

Sayfa Yorumları (0 )
  • ...

Yorum Ekleyin