Ali Fikret Atun
   

      Ali Fikret Atun

 
“Bağımsızlık ve Cumhuriyet ulusal varlığımızın temelidir.
Ulusal varlık ise tüm ulusa aittir. Bu en değerli varlığı muhafaza ve müdafaa etmek vazifesi millete aittir.”
 
                                                                                                    Gazi Mustafa Kemal Atatürk
    
Bağımsız ve hür yaşamak her insanın en doğal hakkıdır. Bu nedenle Kıbrıs Türk halkı, her şeyden önce şerefini, ailesini, toprağını, atalarından miras kalan bu topraklar üzerinde hür ve özgürce yaşamayı en değerli hazinesi olarak kabul etmiş; sosyal yaşamını bu değerler üzerine kurmuştur. Hal böyle olunca, Kıbrıs Türk halkı için adada hür ve bağımsız olarak yaşamak bir tutkudan da öteye, bir kara sevdadır.
Osmanlı İmparatorluğu’na karşı 1821’de, Mora’da baş gösteren Yunan ayaklanması ile eş zamanlı olarak, Rumların Kıbrıs’ta başlattıkları ENOSİS (1) Savaşı 1Nisan 1955’e kadar siyasi ve diplomatik alanlarda, çoğu zaman örtülü yöntemlerle sürdürülmüştür.
Rumların yasa dışı EOKA (2) yer alt örgütünü kurarak, 1Nisan1955’de adada İngiliz yönetimini ve Türkleri hedef alan silahlı eylemlere başlamaları üzerine bu savaş, kaba kuvvete dayalı, silahlı bir boyut kazanmıştı. 
 Dört yüz yıla yakın bir zamandan beri adada yaşayan; her zaman ENOSİS’e karşı çıkarak Yunanistan’nın bir parçası olmak istemeyen Kıbrıs Türk halkı, beklemedikleri bu gelişme karşısında “meşru müdafaaya” (3) başlamışlar; Kıbrıs’ta özgürce yaşama ve kendi kendilerini yönetme haklarına sahip çıkmışlardı.
Adada yaşayan iki toplum arasında, ilk defa yer alan silahlı çatışma süreci Türklerin yaşamında bir dönüm noktası olmuş; Kıbrıs’ta Türkler ile Rumların kurucu ortaklığına ve eşit siyasi haklarına dayalı olarak, 16Ağustos1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilmişti.
Uluslar arası anlaşmaların temelini teşkil eden “ahde vefa” kuralına uymayan ve altına imza koyduğu Londra Anlaşması ile Garanti ve İttifak Anlaşmalarını hiçe sayan ve ENOSİS girdabından kurtulamayan Cumhurbaşkanı Makarios, adadaki Türk varlığını ortadan kaldırıp, Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmek için 21Aralı 1963’de, yeniden Türklere karşı silahlı saldırılar başlatmış; adada kurulan barışı ve istikrarı ortadan kaldırmış; Kıbrıs’ı belirsiz bir geleceğe sürüklemişti.
Rum-Yunan ikilisinin adada Türklere karşı sürdürdükleri silahlı saldırıların katliama dönüşmesi üzerine Türkiye, Garanti Antlaşması’nın kendisine verdiği yetkiye dayanarak 20Temmuz1974’de adaya asker çıkarmış; toplumlar arası silahlı çatışmaları sona erdirmiş ve Kıbrıs’a barışı getirmişti. Bu tarihten sonra, ada sathına dağılmış köylerde yaşayan Türkler,  Kıbrıs’ın kuzeyinde toplanarak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Devleti’ni kurup, egemenliklerine ve özgürlüklerine kavuşmuşlar; kaderlerine sahip çıkarak geleceklerini güvence altına almışlardı.
Rum-Yunan ikilisinin izledikleri hileli, kaypak, ikiyüzlü, uzlaşmaz politikaları sonucu içinden çıkılmaz bir hale getirdikleri Kıbrıs sorununa bugüne kadar bir çözüm bulmak mümkün olmamış ve halen Rum-Yunan ikilisi bu konuda ne yapacağını bilmeyen bir şaşkınlık içindedir.
Bir türlü ENOSİS’ten vazgeçmeyen Rumlar, toplumlar arası müzakereleri ucu açık bir şekilde sürdürmeyi; çözüm sürecini mümkün olduğu kadar uzatıp, Kıbrıs meselesini uzun bir zamana yaymayı, ENOSİS’e giden yolu açık tutmak için sorunu, uluslar arası kurum ve kuruluşların gündemine taşımayı; bu şekilde her zaman destek ve yardımlarına mazhar oldukları Batılı Büyük Devletlerin himayelerinde sorunu hedefledikleri doğrultuda çözüme kavuşturmayı planlamaktadır. Bu da, silah zoru ile Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ele geçiren Rumlar’ın, sorunu çözüme kavuşturmak istemediklerini ve çözüme ilişkin bir iradelerinin bulunmadığını açıkça ortaya koymaktadır. 
Özetle denilebilir ki, Kıbrıs sorununun özünü, adada yaşayan Türkler ile Rumlar arasında günümüze kadar süregelmiş fikir ve görüş ayrılıkları teşkil etmektedir. Kısaca, Rumlar, Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasını (ENOSİS) isterken; Yunanistan’ın bir parçası olmak istemeyen Türkler buna şiddetle karşı çıkmakta ve kendi kaderlerini, kendileri tayin etmek istemektedirler.
Bu nedenle iki toplum, Kıbrıs sorunun elli yıla yaklaşan çözüm sürecinde, aralarındaki ihtilafı sona erdirecek ortak bir çözüm felsefesi üzerinde uzlaşamamışlardır. Rumlar, Kıbrıs’ı bir Helen adası ve kendilerini Kıbrıs’ın yegâne sahibi; burada yaşayan Türkleri Osmanlı’dan arta kalan bir azınlık olarak görmeye devam ettikleri; adanın yönetimine ortak etmedikleri ve düşüncelerinin merkezinde ENOSİS kaldığı sürece, Kıbrıs sorununa adil, kalıcı ve tarafları tatmin edecek bir çözüm bulunması mümkün görülmemektedir. Burada önemle belirtmek isterim ki, 21nci Yüzyıl’da geçerliliğini yitirmiş ve çağ dışı kalmış Megaliİdea’nın hedeflerinden biri olan “Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı” (ENOSİS), Kıbrıs sorununa bulunacak çözümün önünde en büyük engeldir. Bu sebeple anılan soruna çözüm bulunabilmesi için, her şeyden önce, Rum-Yunan ikilisinin ENOSİS zihniyetini bırakmaları gerekmektedir.
Tanınsın veya tanınmasın, bugün KKTC Devleti’nin adadaki varlığı artık inkar edilemeyen bir gerçektir ve bu devlet dünyanın en örnek demokrasilerinden biridir. Kıbrıs Türk halkının KKTC Devleti’nden feragat edip Rumlar’ın idaresi altına girmeleri düşünülemez. Çünkü KKTC Devleti kolay kurulmamıştır. Onun harcında nice adsız şehidin canı; gazilerin paha biçilmez emeği; Türk analarının gözyaşları; Mehmetçiğin ve Türk Mücahitlerinin anlatmakla bitmeyen fedakarlıkları vardır. Bu nedenle KKTC Devleti Kıbrıs Türk halkının en kıymetli ortak varlığı; adadaki bekasının ve müreffeh geleceğinin yegane teminatı; Kıbrıs’ta, her türlü korkudan uzak; hür, özgür ve egemen bir millet olarak yaşayabilmesinin yegane güvencesidir. Bugün Kıbrıs Türkleri, KKTC Devleti’nin sınırları içerisinde huzurlu ve özgürce bir yaşam sürüyorsa; serbestçe dolaşıyor; bu dağlar, bu ovalar, bu denizler, bu gökyüzü benimdir diyorsa, bunu kanı ve canı pahasına kurduğu KKTC Devletine borçludur.
İki yüz yılda ele geçirilen ve gerçekleşen bu imkanı değerlendirmek; Kıbrıs Türkü’nün paha biçilmez en değerli ortak varlığı olan KKTC Devletini koruyup, yaşatmak, ahvalin şartlarına bakmadan yapılması gereken ne ise onu yapmak en başta gelen bir görevdir. Çünkü KKTC Devleti ortadan kalkarsa bu, adadaki Türklerin sonu olacaktır. 
Bu nedenle Kıbrıs Türk halkının adadaki güvenli geleceği ve huzuru hayati önem taşımaktadır. O halde, Kıbrıs sorununa bulunacak çözümün Türkiye ile Kıbrıs Türkü’nün ada üzerindeki kazanılmış hak ve menfaatlerine zara vermemesi; adadaki geleceklerini ve güvenliklerini tehlikeye sokmaması hayati önem taşımaktadır.
Halen, Kıbrıs Türk halkının Kıbrıs’ın kuzeyinde kurduğu egemen KKTC Devleti ile sahip olduğu haklar ve özgürlükler Rum-Yunan ikilisine karşı, uzun yıllar, çok zor koşullarda verdiği özgürlük ve var oluş savaşının sonunda elde edilmiştir. Kıbrıs Türklerinin adanın kuzeyinde toplanarak büyük emek ve fedakarlıklarla tesis ettikleri demokratik siyasi düzen; sağladıkları kanun ve nizam; elde ettikleri insan temel hak ve özgürlükleri asla vazgeçemeyecekleri ortak değerleri olup KKTC Anayasası ile teminat altına alınmıştır. Bu durumda, adada kalıcı ve yaşanabilir bir çözüme anca, KKTC Devleti ile Güney Kıbrıs Rum (GKR) Devleti’nin siyasi eşitliğine ve iki ayrı coğrafi bölge temeline dayalı bir federal/konfederal devletin kurulması ile ulaşılacağına inanılmaktadır.
Sonuç:
Kıbrıs Türk halkının sahip olduğu ortak değerleri koruması ancak adada KKTC Devleti’nin varlığını devam ettirmesi ile mümkün olacaktır. Bu durumda Kıbrıs Türk halkı:
1.Rum-Yunan ikilisinin Kıbrıs’ta 200 yıla yakın bir süredir inatla sürdürdüğü ENOSİS’e karşı mücadelesini kararlı ve inançlı bir biçimde devam ettirmelidir. Bununla beraber, ortak amaçlara ve inançlara sahip olmadan etkin bir mücadele vermenin mümkün olmayacağı her zaman göz önünde tutulmalıdır. Bu mücadelede Türklerin en büyük  gücü, hiç şüphe yoktur ki, davalarının haklılığıdır.
2.Canı ve kanı pahasına kurduğu KKTC Devleti’ni, her ne pahasına olursa olsun müdafaa etmek ve yaşatıp tanıtmakla yükümlüdür.
3.Kuzey Kıbrıs, Kıbrıs Türklerinin üzerinde özgür olarak yaşayacakları vatanlarıdır. Orası Kıbrıs Türkü’nün uğrunda bir defa değil, bin defa ölmeye değen yurt toprağıdır. Unutmamak gerekir ki, üzerinde yaşayacakları vatan olmadan hiçbir şey olmaz. Bu nedenle ata yadigarı topraklarını savunmak ve yurduna sahip çıkmak Kıbrıs Türklerinin namus ve şerefidir. Yalınız unutulmamalıdır ki, vatana sahip çıkmak lafla olmaz. Onu ancak ölesiye sevmekle ve ona sadakatla hizmet etmekle olur.
 
Türkoğlu artık uyan! Zehir mi kondu aşa?
Terk etme kaderini soysuz, sopsuz kalleşe.
Birliğini kaybeden yem olur kurda kuşa
Devlet başta değilse konar bin kuzgun leşe

Muzaffer Özdağ
 
Dipnotları:
1.ENOSİS: Yunanistan dışında kalan Helenlerin bağımsızlığı ve anavatan Yunanistan ile birleşmeleri olarak tanımlanabilir. (Bilal N. Şimşir)
2.EOKA: Kıbrıs’ı topraklarına katmak amacı ile Yunanistan’ın adada kurduğu; silahlı eylemlerle anarşi ve terör yarattığı yasa dışı bir yer altı örgütüdür. Rumca,”Ellenigos, Organismos, Kibriagon, Agoniston” kelimelerinin baş harflerinden meydana gelmiş bir kısaltmadır. “Kıbrıs Rum Milli Mücadele Teşkilatı” anlamı taşır.
3.Meşru müdafaa: Bir millet veya onun fertlerinin nefislerini müdafaa için uygun ve luzumlu tedbirleri alması, devletler hukuku tarafından da tanınan ve kabul edilen bir husustur.
Meşru müdafaa hakkı devlete ve ferde ait bir hak olup, devlet bakımından onun şerefini, tebaasının hayatını ve mülkiyet haklarını korumak, dolayısıyla devletin ve fertlerin tamiri mümkün olmayacak zarara uğramasına sebep olacak tehdide ve keyfi tecavüze karşı himayesini ihtiva eder.
 
Ali Fikret Atun
( E )Tümgeneral
 

 

Sayfamızı Paylaşın:

Etiketler:

Sayfa Yorumları (0 )
  • ...

Yorum Ekleyin