Arpa ekenin, buğday biçmeye hakkı yoktur.
Herkes ne ekerse onu biçer. Türk Atasözü
Din eğitimine on üç yaşında, Cikko Manastırı’nda (Kıbrıs) başlayan Mihail Muskos, eğitimini burslu olarak Atina ve Boston (ABD) İlahiyat Fakülteleri’nde tamamlayarak Kıbrıs’a dönmüş ve 1948’de Kitium Metropolitliği’ne ve kısa bir süre sonra, 20Ekim19502de, Makarios III adıyla Kıbrıs Ortodoks Kilisesi Başpiskoposluğu’na seçilmişti.
Böylece Makarios, Kıbrıs Rumları’nın hem dini, hem de siyasi lideri olmuş; Rum toplumunun sosyal yaşamı ve siyasi geleceği üzerinde söz söyleme hakkına sahip en yetkili bir konuma gelmişti. ENOSİS(1) tutkunu olan Makarios, hayatı boyunca, Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmek için çalışmış ve “Milli bağımsızlığım için çalışacağıma ve Kıbrıs’ın anavatan Yunanistan’a ilhak edilmesine ilişkin politikamızdan asla vazgeçmeyeceğime kutsal kitap üzerine yemin ederim” (2) diyerek Başpiskoposluk görevine başlamıştır.
İkici Dünya Harbi’nin galip devletleri, İtalyanlar’ın işgalinde bulunan ve Uşi Antlaşması ile Türkiye’ye devredilmesi gereken On İki Adalar’ı (3) 1947 yılında Yunanistan’a vermeleri üzerine Yunan devlet adamlarının iştahları kabarmış ve sıranın, Megali İdea’nın hedeflerinden biri olan Kıbrıs’ı ilhak etmeye geldiğine karar vermişlerdi.
Bu gelişmenin yaşandığı dönemde Makarios’un Başpiskopos olması ile Kıbrıs’ta ENOSİS faaliyetleri de hız kazanmıştı. Bunun üzerine Yunan devlet adamları ile Makarios bir dizi gizli görüşme yaparak Em. Yb. Yorgo Grivas’ın(4) komutasında, adada EOKA(5) yeraltı teşkilatını kurmuşlar ve 1 Nisan1955 de silahlı eylemlere başlayarak, Kıbrıs’ta ENOSİS savaşını başlatmışlardı.
Bu savaşın nihai hedefleri özetle şunlardı:
1.İngilizler’i Kıbrıs’tan atmak,
2.ENOSİS’in önünde en büyük engel olarak gördükleri Kıbrıs Türk halkının adadaki varlığını ortadan kaldırmak,
3.Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmek.
Rumlar’ın, Türkler’e karşı giriştikleri silahlı saldırıların giderek şiddetlenmesi karşısında can ve mal güvenlikleri ciddi bir tehditle karşı karşıya kalan Kıbrıs Türk halkı hiç şüphesiz, asırlardır üzerinde yaşadıkları ve evlad-ı fatihandan miras kalan vatan topraklarının Rumlar’ın hükümranlığı altına girmesine, adada yaşayan Türkler’in tarihleri ile birlikte yok olmasına razı olamazdı. Kıbrıs Türkleri, bu trajik durum karşısında adada başları dik, hür, özgür ve her türlü korkudan uzak yaşayabilmek için genci, yaşlısı, kızı, kadını ile bir araya gelerek Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT)’nı kurmuşlar ve ENOSİS’e karşı, örgütlü bir şekilde, var güçleri ile karşı durmuşlardı.
Türkler’e yönelik Rum saldırıları, onları küçük görüp horlamaları ve dışlamaları, Türkler’e yaptıkları haksızlıklar ile kötü muameleler 1959 ‘a kadar artarak devam etmişti. Bu süreçte, iki toplum arasında asırlardır devam eden barış, dostluk, iyi ilişkiler ve güven ortadan kalkmış, Türk ve Rum toplumları birbirlerine düşman olmuş ve birbirlerinden ayrılmaya başlamışlardı.
Özetle denilebilir ki, Kıbrıs’ta bir anarşi, tedhiş, terör ortamı yaratan Makarios, “Pandora’nın Kutusu’nun”(6) kapağını açmış ve bütün kötülükleri adaya saçmış ve cini şişesinden çıkarmıştı. O tarihten sonra, adanın her yanında ölüm kol gezmeye başlamıştı.
Türk ve Rum toplumlarını bir iç harbe sürükleyen; Türkiye ile Yunanistan’ı bir harbin eşiğine getiren ve Doğu Akdeniz’de barışı tehdit etmeye başlayan Kıbrıs Meselesi Türkiye, İngiltere, Yunanistan, Kıbrıs Türkleri’nin lideri Dr. Fazıl Küçük ile Rum toplumu lideri Makarios’un katılımı ve Londra Antlaşması’nı imzalamaları üzerine çözülmüş, adada, Türkiye, İngiltere, Yunanistan’nın garantörlüğünde; Türkler’in eşit siyasi haklarına ve ortaklığına dayalı olarak bağımsız, bağlantısız, egemen Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştu.
Anayasa gereği Makarios Rumlar tarafından Cumhurbaşkanlığı’na ve Dr. Fazıl Küçük Türkler tarafından Cumhurbaşkanı Yardımcılığı’na seçilmişlerdi.
Makarios, Cumhurbaşkanı olduktan sonra da ENOSİS’ten vazgeçmemiş, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ENOSİS’e giden yolda bir atlama taşı ve cumhurbaşkanlığı makamını da ENOSİS’i gerçekleştirmek için güçlü bir vasıta olarak görmüş ve devletin başı olarak, vatandaşlık bağı ile Kıbrıs Cumhuriyeti’ne bağlı Türk ve Rum toplumlarını bir bütün olarak kucaklayıp yöneteceği, Kıbrıs’ta antlaşmalarla kurulan siyasi yapıyı ve ülkenin bütünlüğünü koruyacağı, anayasayı ayrım yapmadan uygulayıp, Kıbrıs’ta adil ne barışçı bir düzen kuracağı yerde, kendini hem savcı, hem de hâkim yerine koyarak, altına şeref imzasını attığı Londra Antlaşması’nın Türkler’e tanıdığı hakları çok bulmuş ve tek taraflı aldığı bir kararla anayasayı değiştirip Türkleri azınlık konumuna getirmek ve onları silah zoru ile hükümranlığı altına almak için yollar ve yöntemler aramaya başlamıştı.
Görüldüğü üzere Makarios, kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bir Cumhurbaşkanı’na bir devlet adamına yakışan bilgi, beceri, ciddiyet ve sorumlulukla değil, bir komitacı gibi, EOKA’nın çağ dışı kalmış ve köhnemiş yeraltı örgütü mantığı ile yönetiyor, adada yeni bir ENOSİS savaşının altyapısını hazırlıyordu. Bu hazırlıkların başında, hiç şüphesiz, anayasayı değiştirmek ile Akritas Planı’nın(7) hazırlanması ve Yunan Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı birliklerin, yasa dışı yollardan, gizlice adaya çıkarılması geliyordu.
Silah zoru ile Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ele geçirmek için sinsi planlar yapan Makarios, önce, içinde anayasanın değiştirilemez maddelerinin de bulunduğu on üç maddeyi değiştirmek istediğini İngiliz Sömürgeler Bakanı Lennox Boyd ile kapalı kapılar ardında görüşmüş ve onun olurunu alarak taraflara 30Kasım1963’de değişiklik önerisini sunmuştur. Türkiye ile Kıbrıs Türk halkının değişiklik önerisini kabul etmemeleri üzerine Akritas Planı’nı uygulamaya koymuş ve 21 Aralık1963’de, Lefkoşa’da Türkler’e karşı silahlı saldırıya geçmişti.
Bu saldırılarla eş zamanlı olarak Makarios, Kıbrıs Türkleri’ni ölümle tehdit ederek, ortağı oldukları Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’nin yasama, yürütme ve yargı organları ile bütün devlet dairelerinden atmış, yerlerine Rum bakanlar ve Rum memurlar atamıştı. Böylece Kıbrıs Cumhuriyeti sadece Rumlar’a hizmet eden bir devlet olarak Makarios’un kontrol ve denetimi altına girmişti.
Bu durumda, Kıbrıs Türk halkı ile Rum halkının eşit statülü kurucu ortağı bulundukları Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti, Kıbrıs Türk halkına hizmet vermiyor ve güvenliklerini sağlamıyordu. Bunların yanısıra Kıbrıs Türk halkının adadaki varlığı Rum-Yunan ikilisinin ölümcül tehdidi ile karşı karşıya kalmıştı.
Rumlar’ın silahlı saldırılarını durdurmak üzere Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı savaş uçaklarının Lefkoşa üzerinde alçaktan ihtar uçuşları yapmaları, Rumlar’ın Lefkoşa Türk bölgesine karşı giriştikleri taarruzu durduramamış, söz konusu Rum saldırıları kısa zamanda ada genelinde Türk köylerine ve kasabalardaki Türk bölgelerine yayılmıştı.
Devlet gücünü tek başına ele geçiren Makarios, 103 Türk köyünü yakmış, yıkmış, Türk mallarını yağma ve talan etmiş köy halkının bir kısmını öldürmüş, bu köylerde yaşayan yaklaşık 25000 Türk (adada yaşayan Türk nüfusun hemen hemen ¼’ü) ölüm korkusu ile köylerini terk ederek daha güvenli Türk bölgelerine göç etmişler,
yaşamlarını sağlıksız ve çok zor koşullar altında çadırlarda, ağıllarda, otomobil garajlarında, mağaralarda sürdürmek zorunda bırakılmışlardı.
Yunanistan’nın yasa dışı yollardan, gizlice adaya bir tümenden fazla bir kuvveti çıkarması ve adayı fiilen işgal etmesi ile Kıbrıs’ta Makarios’un yarattığı fiili durum, adada artık ENOSİS safhasına girildiğini gösteriyordu.
Gözleri ENOSİS’ten başka bir şey görmeyen Makarios amaçlarına ulaşmak için, Türk halkını ada genelinde dağılmış irili, ufaklı Türk kantonlarında kuşatmış, seyahat ve haberleşme özgürlükleri ile temel insan hak ve özgürlüklerini ellerinden alarak dünya ile olan bütün bağlantılarını kesmiş, onları açlığa, yokluğa, yoksulluğa mahkûm etmişti.
Bu durumda “hymatlos” yani vatansız konumuna düşen Kıbrıs Türk halkı iki seçenekle karşı karşıya kalmıştı:
1.Kıbrıs Cumhuriyeti’ni silah zoru ile gasp eden Makarios’un boyunduruğu altına girmek ve yok olmak,
2.Rum-Yunan ikilisinin silahlı saldırılarına karşı mücadele vermek, kendi ayrı devletini kurup, bu devletin güvencesi altında vatanları olarak kabul ettikleri Kıbrıs’ta başı dik, hür, özgür, ve refah içinde adadaki varlıklarını devam ettirmek.
Var olmakla yok olmak arasındaki o ince çizgide bulunan Kıbrıs Türk halkı, Rumlar’ın kölesi olmaktansa ölümü yeğlemiş, bir taraftan 1958 yılında kurduğu ve Türk’e has, soylu birlik ruhu ve muhteşem heybeti ile ortaya çıkan TMT’nin çatısı altında yeniden bir araya gelerek Rum-Yunan ikilisinin silahlı saldırılarına karşı üzerinde yaşadıkları topraklarını, köylerini ve kasabalardaki Türk bölgelerini ölümüne savunmaya başlamışlar, bir taraftan da Türk Cemaat Meclisi, sivil, mücahit karışımı bir devlet görünümü arz eden “Genel Komite”yi oluşturarak Kıbrıs Türk halkına devlet hizmeti götürmeye başlamışlardı.
Kıbrıs Türkü’nün, TMT’nın kutsal çatısı altında verdiği özgürlük ve var oluş mücadelesi, Garanti Antlaşması’na dayalı olarak Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’te adaya askeri müdahalede bulunduğu tarihe kadar, on bir sene, çok zor koşullar altında devam etmiş ve sonunda Kuzey Kıbrıs’ta toplanan Kıbrıs Türkleri kendi egemen KKTC Devleti’ni ilan etmişlerdi.
İşte, KKTC Devleti’nin varlığının meşruiyeti Kıbrıs Türk halkının, on beş sene (1955-1959) (1963-1974) Rum-Yunan ikilisinin silahlı saldırılarına karşı verdikleri özgürlük ve var olma mücadelesi ile devlet kurma hakkının doğmasında saklıdır.
Görüldüğü üzere, Makarios, Başpiskoposluğa seçildiği günden itibaren kendini ENOSİS’e adamış ve bir ömür boyu Kıbrıs’ı Yunanistan’a katmak için çalışmış ve bu süreçte sürekli Türk ve Rum toplumları arasına kin, nefret, düşmanlık tohumları ekmiş, Türk toplumunu etnik arındırmaya tabi tutmuş, iki toplumu bir daha bir araya gelemeyecek şekilde bir- birlerinden ayırmıştır.
Sonuçta, Kıbrıs’ta “de facto” iki devlet kurulmuştur. Bunlardan biri, adanın kuzeyinde toplanan Türkler’in kurduğu KKTC Devleti, diğeri adanın güneyinde Rumlar’ın kurduğu Güney Kıbrıs Rum Yönetimidir. Bu iki devletten hiçbiri 1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti olduğunu iddia edemez. Ayrıca, bu iki devletin birbirleri üzerinde hükümranlık hakları olmadığı gibi, birbirlerini temsil etme hakları da yoktur. Halen adada bu “de facto” durum devam etmektedir.
Sonuç:
Kıbrıs Türk halkını yok etmek için onları katleden Makarios, insanlığa karşı işlenebilecek en büyük suçu teşkil eden “soykırım” suçunu işlemiş bir harp suçlusudur.
Bugün karşımızda kangren olmuş bir sorun olarak duran Kıbrıs meselesi Makarios’un Cumhurbaşkanı olarak, uluslararası hukuku ve hukuk ahlakını ayaklar altına alarak, 1960’da Türkler’in ortaklığına dayalı olarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni silah zoru ile gasp edip Türkleri devlet organlarından dışlaması ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a ilhak etmek istemesi sonucu ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, bugüne kadar, Kıbrıs’ta Türkler ile Rumlar’ın yaşadıkları bütün felaketlerin, çektikleri bütün acıların, dökülen kanların ve katledilen Türkler’in yegâne sorumlusu Makarios ile Yunanistan’dır.
Kıbrıs’ta Rumlar’ın Türkler’e karşı giriştikleri soykırım, yaptıkları mezalim ve çektirdikleri bunca acıdan sonra Türk ve Rum toplumları arasında eskiden var olan güven, iyi ilişkiler ile dostluklar ortadan kalkmış, yerini güven bunalımı ve düşmanlığa bırakmıştır. Bu durumda, nasıl ki bir yılan ile bir farenin aynı deliği paylaşarak yaşamaları olanaksızsa, Türk ve Rum toplumlarının Kıbrıs’ta bir arada yaşamaları artık imkânsız hale gelmiştir.
Bugün Kıbrıs’ta Türkler ile Rumlar’ın yeniden bir araya gelerek kader birliği yapmalarını ve ortak bir gelecek arayışı içine girmelerini gerektirecek ne bir dil birliği, ne bir ülkü birliği, ne bir amaç birliği, ne çıkar birliği, ne de iki toplumun paylaştığı ortak idealler vardır.
Bu durum göz önüne alındığında, Çekoslavakya’da Çekler ile Slovaklar’ın anlaşarak iki ayrı egemen devlet kurdukları gibi, Kıbrıs’ta da, Türkler ile Rumlar’ın anlaşarak ayrılmaları ve ayrı iki bölgede, ayrı iki egemen devlet kurmaları “Birleşik Kıbrıs” devletini kurmaktan çok daha uygun olacaktır.
Kıbrıs Türk halkının şehitler vererek kurduğu KKTC Devleti, adada en büyük gücü, Kıbrıs’taki bekasının (varlığının devamının), özgürlüğünün ve mutlu geleceğinin yegâne teminatıdır.
Bugün Kıbrıs Türkleri adada canlarından, mallarından, geleceklerinden emin olarak, korkusuz yaşıyorlarsa, bu dağlar, bu ovalar, bu denizler, bu gökyüzü benimdir diyebiliyorlarsa, günün herhangi bir saatinde, Kuzey Kıbrıs’ın her köşesinde özgürce ve korkusuz dolaşabiliyorlarsa bunu KKTC Devleti’ne borçludurlar. Bu bakımdan Kıbrıs Türk halkı her türlü fedakârlığa katlanarak kurduğu KKTC Devleti’ne sahip çıkmak, onu tanıtıp, yaşatmakla yükümlüdür.
Hiç şüphe yoktur ki, KKTC Devleti’nin kurulmasında Türkiye’nin, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve Türk Mukavemet Teşkilatı’nın payı çok büyüktür. Bundan dolayı Kıbrıs Türk halkının verdiği özgürlük ve var oluş mücadelesinde emeği geçen mücahitlere, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ve toprağı öpülesi Anadolu Türkü’ne gönül borcu, şükran borcu, can borcu vardır.
Atatürk diyor ki:
“Efendiler, mazide memleketine bütün gücüyle hizmet etmiş olanlara minnet hissi beslemeyenlerin istikbale ümitle bakmaya hakları yoktur.”
Dip Notları:
(1)ENOSİS: Yunanistan dışında yaşayan Helenler’in bağımsızlığı ve anavatan Yunanistan ile birleştirilmeleri (Bilal Şimşir, 1976; Ege Sorunu Belgeler Cilt-I, 1912-1913; Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara S: 20 ).
(2)Cyprus Problem: Why No Solution, 1997; Public Relations Department Of The TRNC Of Foreign Affairs And Defence, Nicosia P: 8
(3)On İki Adalar (Menteşe Adaları): Rodos, Hereke, İlyaki, Sümbeki, İncirli, Stanköy, Klimni, Leros, Patos, Lipsos, Koçbaba, Kerpe, Kasot, Meis.
(4)Em. Yb. Yorgo Grivas: İngiltere Muhafazakâr Milletvekili John Hall, Yorgo Grivas’ı en kısa şekliyle şöyle anlatır: “Korkakça düzenlenmiş pek çok vahşi cinayetin işlenmesinde son derece başarılı, ancak ENOSİS ve Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması konusunda tamamen başarısız olmuş, ısmarlama bir suikastçı” (Dr. Ulvi Keser; Kıbrıs’ta Yeraltı Faaliyetleri ve Türk Mukavemet Teşkilatı. S:45)
(5)EOKA: Yunanistan’nın, Kıbrıs’ı ilhak etmek amacı ile adada kurduğu yasa dışı yeraltı örgütüdür. “Ellenigos, Organismos, Kibriagon, Agoniston” Rumca kelimelerinin baş harflerinin bir araya gelmesinden oluşan bir kısaltmadır. “Kıbrıs Rum Milli Mücadele Teşkilatı” anlamını taşır.
(6)Pandora’nın Kutusu “Tanrı Zeus tarafından Pandora’ya (Tanrı Zeus’un insanlara gönderdiği güzel kadın) verdiği, içi her türlü kötülükle dolu bir kutu. Pandora kendine verilen bu kutuyu açtığında bütün kötülükler dünyaya dağılmış ve kutuda sadece ümit kalmış” diye rivayet olunur.
(7)Akritas Planı: Politik, ekonomik ve askeri eylemlerle Kıbrıs Türk halkını imhayı ve silah zoru ile Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ele geçirmeyi öngören bir ihanet belgesidir.
Bu plan Yunanistan’ın onayı ile Makarios’un başkanlığında, İçişleri Bakanı Polikarpos Yorgacis, Çalışma Bakanı Tasos Papadabulos, Rum Cemaat Meclisi Başkanı Glafkos Klerides, Yunanistan’dan Kıbrıs’a yasa dışı yollardan ve gizlice sokulan Yunan birliklerinin üst rütbeli komutanları tarafından hazırlanmıştır.
Ali Fikret ATUN
Em.Tümgeneral
TESUD Üyesi
Em.Tümgeneral
TESUD Üyesi
...