Yusuf Kanlı
   

      Yusuf Kanlı

Elazığ merkezli deprem çok acı verdi. Hayatını kaybeden vatandaşlarımızın yanı sıra binin üzerinde insanımız yaralandı. Umarız kalıcı sıkıntı oluşmaz yaralı vatandaşlarımız için, ama bir kısmında hayatlarının geri kalanında bu büyük felaketin bazı sonuçlarıyla boğuşmaları kaçınılmaz gibi görünüyor. Ölenlere rahmet, yaralılara şifa dilemek durumundayız.

 

Tabii yapılması gereken orada bitmiyor. Devletin 1999-2000 depremlerinden bu yana bizlerden topladığı deprem vergileriyle çok daha etkin önlemler almasını, depremde perişanlık yaşatacak binaların kuvvetlendirilmesi için çok daha ciddi gayretler göstermesi tabii ki beklenirdi. Kimse depremi “Kader” olarak tanımlayıp, elden bir şey gelemediğini, depremi engelleyemediklerini ama kimsenin de kendilerinden öyle bir beklenti içerisinde olmaması gerektiğini söylemesi tabii ki şık değil. Ne deprem “Kader” ne de hayat kayıpları “Engellenemez” değil.

 

Hep dedik ya on yıllardır, “Deprem öldürmez, kötü binalar öldürür.” Yine öyle olmadı mı? Tamamen yok olan köydeki binaların durumu ne? Hepsi kerpiç veya yığma taş-toprak köy evi. Bir teki kurtulmamış o köydeki binaların. Neyse ki şanslıyız köy halkının büyük çoğunluğu köyde değilmiş, ayrıca deprem erken bir saatte vurdu, çoğu insanımız bina dışlarına çıkabildi.

 

Ya o Elazığ’daki dört binadan oluşan sitede, üç bina sapasağlam dururken tamamıyla çöken binanın durumu? İddialar tabii ki henüz kanıtlanmadı ama büyük olasılıkla doğru. Giriş katındaki dükkanı genişletmek için taşıyıcı kolonları tıraşlamış arkadaşlar. Sonuç? Korkunç. İnsanlar çöken binanın altında hayatlarını kaybettiler.

 

Yine aftan… pardon ceza indiriminden bahsetmeye başladık son günlerde. Hapishaneler sardalya kutusuna dönmüş, yeni hapishaneler de yetmemiş. Durum acil. Salmak lazım bazı mahkumları. İş zor. Kimi salacaksın? Devletle sorunu olanları, yani ne nedenle olursa olsun devlete karşı ayağa kalkan ve terörist olarak suçlananları mı yoksa tecavüzcüleri, hırsızları, soysuzları, tecavüzcüler, çocuklara yönelik sapkınlık içinde olanlar, dolandırıcıları mı?

 

1999-2000 depremlerinde de müteahhitler suçlanmış, toplum yatışsın diye güya birileri yargılanmış ve kısa süre sonra ölenler öldüğüyle kalmış, her şey unutulup gitmişti. İnşallah bu kez öyle olmaz, insanların ölümünden sorunlu olanlar iyi araştırılır, bulunur, adalet önünde hesaba çekilir ve halka rüşvet verme maksatlı bir ceza indirimi kampanyasına malzeme olunmaz.

 

Deprem öldürmez, binalar öldürür… Kaybımız çok. Acımız çok. Ama, gelmesinden korktuğumuz Marmara, ya da doğrudan söyleyeyim, İstanbul depremi kıyamet gibi bir şey olabilir. Çatmayın kaşlarınızı. “İstanbul’daki yapıların durumu Elazığ’dan, Malatya’dan daha iyidir, hiçbir şey olmaz” diyebiliyorsanız gönül rahatlığıyla, sorun yok. Ama yarın çok büyük bir felaketle karşılaşınca yine “Kader, depremi engelleyemiyoruz. Bakın Japonlar bile önceden bildiremiyor depremi” gibi abes savunmaya sığınmasın hiç kimse.

 

Deprem profesörleri depremin vurduğu noktayı da söyleyerek hükümeti, devlet kurumlarını uyarmışlar. Kimse duymamış imdat çığlıklarını. Sonuç ortada. Şimdi İstanbul “Kimse var mı?” diye bağırıyor. Duyan var mı?

* * *

 

 

Rahat uyu KKTC’nin kurucu babası

 

27 Ocak önemli bir gün. Birçok kişinin “Son büyük Türk lideri” diye tanımladığı bir efsane kişiliğin dünyaya geliş günü… Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kurucu Cumhurbaşkanı, milli mücadele lideri, Türk Mukavemet Teşkilatı’nın “Toros”u Rauf Raif Denktaş’ın Kıbrıs’ın Baf kasabasında doğumunun 96’ncı yıl dönümü.

 

Yine bu ayın 13’ünde sekizinci ölüm yıldönümünde andığımız Denktaş bütün ömrünü Kıbrıs Türk halkının adadaki insanca yaşama, gasp edilen ortaklık haklarının geri alınmasına adamış büyük bir siyasetçi. Ya da seçim dönemlerinde onunla ilgili kullanılan en yaygın kampanya sloganıyla, “Ulusal davanın avukatı.”

 

Ulusal dava önemli bir dönemeçte. Kurucusu olduğu Ulusal Birlik Partisi başkanı, onun görüşlerini savunan diğer adaylar ve bir ömür karşı çıktığı Rum sevici, teslimiyetçi, Kıbrıs Türkünü bazı azınlık haklarıyla güya federasyon adı altında Rum devletine yama yapmayı hedef edinmiş mantaliteyi temsil eden iki aday 19 Nisan’da cumhurbaşkanlığı seçimi için yarışıyorlar.

 

Gönül arzu ederdi ki uzlaşı olsun, kişisel ikbal ve parti fetişizmi tüm değerleri bu kadar baskılamasın ve birinci turda bu konu bitirilsin. İster “Hata” diyelim isterse daha ağır ifadeler kullanalım, nihayette gelinen nokta bu, gerçekçi olup çıkış noktaları aramamız lazım. Maalesef iki turlu olacak gibi seçim. Kimler kalacak ikinci tura, ikinci turda kimler kimleri destekleyecek, hep önemli sorular.

 

Bu soruları anketlere bakarak da maalesef cevaplayamayız. Bir süredir başlayan tehdit, şantaj ve sair baskı iddiaları şimdi yerini her seçim döneminde görülenin biraz daha fazlasıyla kamuoyu yoklaması adı altında seçmen manipülasyonu aldı. Enteresan sonuçlar yok değil bu anketlerde. İki sol ve federal çözüm taraftarı aday mesela %40 civarı oy alırken, halkın sadece %10 civarındaki bir bölümü federasyon istemesi gerçek anlamda bir komedi. Ayrıca kim ödüyorsa onun birinci göründüğü anketler, gazetelerin, internet haber sitelerinin “satın alındığı” iddiaları sanki, hani derler ya, “tuz koktu” gibi bir durumu sergiliyor.

 

Tabii ki halkın seçimine razı gelmek demokrasinin ön şartı, ama sonuçtan memnun olma ayrı konu. Umarım sevineceğimiz bir sonuç elde edilir ve Denktaş’ın koltuğuna, KKTC cumhurbaşkanlığına, KKTC’ye inanan, yaşaması, kökleşmesi, Kıbrıs Türk halkını onurlu bir geleceğe taşımaya gayret gösterecek birisi seçilir.

 

Gelinen. Nokta aslında çok sevindirici bir yandan da. Tüm sıkıntılara rağmen KKTC’de demokrasi yaşıyor ve aksaklıklara, ağır gündeme, ekonomik ve sair sıkıntılara rağmen inadına gelişiyor, serpiliyor. Yaş gününde KKTC’nin kurucu babası Denktaş’a bir kez daha saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Ne mutlu bana ki o büyük insanın dostları arasında olabildim.

 

 

YUSUF KANLI

yusufkanli@gmail.com

27.01.2020

Sayfamızı Paylaşın:

Etiketler:

Sayfa Yorumları (0 )
  • ...

Yorum Ekleyin