Kuzey Kıbrıs Türkünün cumhurbaşkanı, başbakanı ve siyasi parti yetkililerinin, önde gelen siyasi şahsiyetlerin birlikte veya tek başlarına Türkiye’ye görüşmeye davet edilmelerinden kimse gocunmamalı. Öküzün altında buzağı arar gibi bu gibi davetlerin arka planında ilan edilen amaç dışında nedenler aramak ne kadar abesle iştigal ise, böyle davetlere “Düğüne gidiyoruz” ve benzeri örtülerle gizleme çalışmak da saçma ve gülünçtür.
İktidarda ister solcu ister sağcı siyasetçiler, ya da cumhurbaşkanlığı koltuğunda ister rahmetli Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Denktaş, isterse Mehmet Ali Talat, Derviş Eroğlu ya da Mustafa Akıncı otursun, fark etmez, Kıbrıs Türkünün Ankara ile kavgası ne mümkündür ne de akılcıdır.
Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi, askeri desteği olmadan Kıbrıs Türkü Girit’te örneği zalimce sergilenen barbarlığın kurbanı olacak, bu adadan silinecek yok olacaktı. Buna dünün meselesi diye bakabilir miyiz? Daha birkaç gün önce bir kez daha saygı, minnet ve şükranla andığımız Erenköy direnişini sadece tören nedeniyle mi hatırlar gibi yaptık? İlk Türk hava müdahalesini, Cengiz Topel’in barbarca esarette katledilmesini laf ola mı andık? Kendimizi mi kandırıyorduk, yoksa…derdimiz ne?
“Ne paranı, ne askerini ne suyunu ne de seni istiyoruz. Ayşe evine dön” diye hayasızca kuru gürültü yapanların küçük ve dikkate alınması abartı olacak bir azınlık olduğunu unutmamakla birlikte, Kıbrıs Türkünün kendi ayakları üzerinde durabilmeyi başarabilene kadar Türkiye’nin mali, askeri, diplomatik ve hatta idari desteğine yaşamsal önemde ihtiyaç duyduğunu inkar edebilir miyiz?
Kimler önermiş, aracı olmuş ve nasıl gerçekleşmişse gerçekleşsin Kıbrıs Türk başbakanı ve iki siyasi parti başkanının seçim döneminin başlaması arifesinde Türkiye’ye görüşmelere davet edilmesi yanlış olmuştur. Daveti alanlar açısından bakıldığında, böyle bir davete icabet edilmemesi tabii ki şık olmaz, ödenmesi gereken bir fatura doğurur. Diğer yandan Türkiye açısından, hele eğer “üç partili bir koalisyon kurularak Ankara’nın istediği kişi cumhurbaşkanlığına seçilmesini kolaylaştırmak” gibi bir amaç varsa ve Ankara’ya davet edilenler bu üç partinin lideri ise, rahmetli Necmettin Erbakan’ın dediği gibi “Yandı kadayıfın altı…” Bu kadar acemilik olur. Hele bir de üçlü hükümet modeli ele alınmış, muhaceretten bakanlık paylaşımına kadar konular masaya getirilmişse ve nihayette bir anlaşma da sağlanmamışsa, kimse kusura bakmasın ama “şerbet sürahisi masadan yuvarlanmış, patlamış.”
Eğer tüm ulusalcı, merkez sağ yada milliyetçi parti başkanları davet edilmiş ve böyle başarısız bir Ankara-İstanbul seferine çıkılmış olsa idi şüphesiz ki “Demek ki Ankara Akıncı’nın seçilmesini istiyor” diyebilirdik.
Kafa karıştırıcı bir durum. Daha düne kadar “Ankara galiba Kudret Özersay’ı istiyor” ya da “Özersay Ankara’nın adamı” diyerek Özersay’ı yıpratmaya çalışanlar Ankara davetini reddetmesiyle şaşıp kaldılar. Akıncı ve Cumhuriyetçi Türk Partisi lideri Tufan Erhürman gibi Özersay da “sakıncalı piyade” mi oldu şimdi? Yoksa “Ankara’ya rağmen aday” olma haricinde tüfeğinde mermi kalmayan Akıncı’ya, “Hadi canım sende” mesajı mı bu reddetme?
Şaka bir tarafa, Türkiye davetini Başbakan ve UBP başkanı Ersin Tatar’ın reddetmesi mümkün değildi. Gerek oturduğu koltuğun sorumluluğu gerekse içinden geçilen dönemdeki ağır konular, pandemi hastanesi, ilave mali yardım ve sair konular ortada iken hangi sebeple olursa olsun Ankara’dan gelecek daveti reddetmek UBP’nin düşünebileceği bir konu değildi. Ancak diğer iki liderin de davet edilmeleri durumu bir fiyaskoya dönüştürdü. İki muhalefet liderinin ziyaret sonrası açıklamaları durumu daha da perişan hale getirdi.
Ankara ziyareti öncesinde Serdar Denktaş’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı ilanı üçlü hükümet formülünü zaten başlamadan öldürmüştü. Demokrat Parti’nin eski liderini ne derece destekleyeceği belli olmamakla birlikte, Serdar Denktaş’ın “kırgın oylar” adresi olma ve ikinci tura kalma hesabının da ölü doğan bir umut olma ihtimali yüksek.
Başbakan Tatar eğer iddia edildiği gibi bu ziyaret ve İstanbul’da özel kabulle “Ankara’nın adayı” olarak ilan edildiyse, “Ankara’nın adayı” olmak onun öncelikle kendi partisindeki muhaliflerin oylarına sahip çıkmasını sağlayıp ikinci tura taşıyabilir mi? UBP’den diğer adaylara oy kayması olmaz ise sağda ikinci tura Tatar kalabilir. Bütün kamuoyu yoklamalarında ise solda ikinci tura Akıncı’nın kalacağı öne çıkmakta. Sağ oylar Tatar’ı destekler ise ikinci turu alması olası. Ancak, mevcut kamplaşma öyle bir noktaya vardı ki sağ partiler arası geçişkenlikten ziyade oyların karşıt adaya, yani Akıncı’ya kayması daha muhtemel görünmekte.
Akıncı’nın görevde bir dönem daha kalmasını istemeyen Ankara bu durumda Akıncı’ya ikinci dönemi sanki hediye ediyor gibi görünmüyor mu?
Hani derler ya, şu kılavuz karga bulunmalı yoksa kokudan kurtulamayacağız bence.
Yusuf KANLI
10.08.2020