Eskiden beri hep bahsediyoruz. Kıbrıs Türk halkı arasında, özellikle solcu olduğunu iddia eden kesimde, pek çok kişi Stockholm Sendromundan mustarip.
Ne çok romana, tiyatro oyununa, filme konu olmuştur şiddet olayından mağdur olan kişilerin kendilerine şiddet uygulayanlara, rehinelerin kendilerini esir alanlara anlayış göstermeleri, hatta duygusal bağ kurmaları?
İçerisinde yerel kaynaklar haricinde Türkiye’nin katkıları da olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nden her ay oldukça yüksek maaş alan bir sendikacı var mesela. Sendikacı olduğu için tek gün öğretmenlik yapmadan her ay maaşını alıyor. Sonra ne yapıyor bu sendikacı? Kıbrıs Türkünü hedef alan soykırım programlarını 1963’de, 1967’de, 1974’de defalarca uygulamaya kalkan Kıbrıs Rum liderliğine hizmet etmeye gayret ediyor. Her konuşmasında KKTC’ye ve Türkiye’ye saldırıyor.
KKTC vatandaşları arasında maalesef çok var bu arkadaş gibi Stockholm sendromundan rahatsız olanlar. Daha düne kadar cumhurbaşkanlığında oturan arkadaş da bu hastalıktan mustaripti. Kendi halkının çıkarlarını koruması için seçildiğini unuttu, Rumların kabul edebileceği çözüm arayışına girdi. Sonuç, siyasi hayatı sandıkta kalarak bitti.
Çok sayıda siyasetçi var bu grubun içerisinde. Bir siyasi parti, başında da bir “hoca”, tam da bu maksatla kuruldu gibi adeta. Bir diğer siyasi partinin içerisinde ise Rum tarafındaki bir siyasi partiye daha fazla bağlılık hissi duyan büyükçe bir grup yok mu? Yazarlar, çizerler, sivil toplum kuruluşlarında görevliler arasında da maalesef bu sendromu görüyoruz.
Tabii ki, nereden gelirse gelsin, özellikle iç siyasetle ilgili müdahaleler sıkıntı yaratmalıdır. Türkiye şöyle yaptı, böyle yaptı diye şikayet edip, Rum liderliğin, Avrupa Birliği ve Batılı hükümetlerin yaptıklarını hoş görmek trajikomik bir durumdur.
KKTC’de hükümet kurma çalışmalarının çok uzadığı ortak bir görüştür. Salgın döneminde olmasaydı iyi olurdu ama demokrasilerde olur böyle şeyler, normaldir. Gerekirse erken seçime gidilir. Hükümet oluşmasını engelleyenleri de halk sandıkta cezalandırır. Bu durumu bile fırsat bilip KKTC’nin varlığına yönelik bühtan davranışlara girilmesi tabii ki kabul edilemez.
Geçen günlerde bir arkadaşım “Köleleşen kartal” diye bir hikaye paylaştı sosyal medyada. Çok ilginç bir hikaye. En azından ben çok ilginç buldum. Hani o 1977’den beri resmen görüştüğümüz ama Rumların da defalarca reddettikleri federal çözümün ille de tek çözüm modeli olduğu iddiaları bu köleleşen kartal kavramına tipik örnek.
Arkadaşlara göre Rumlar ne yaparsa yapsın iyidir, Kıbrıs Türk liderliği ne yaparsa yapsın kötüdür. Şimdiye kadar hiç görüşülmemiş iki devletli çözüm mümkün değilmiş, ama defalarca başarısızlıkla sonuçlanan federal çözüm görüşmeleri hala daha tek yol imiş.
Köleleşen kartlal hikayesi söyle.
Hikaye bu ya, bir grup tavuk kartal yuvasına gidip bir yumurta çalarlar. Hikaye dedik, şimdi “Kartal yuvası dağ tepesinde olur, tavuklar oraya nasıl çıkar?” falan diye sorgulamayın lütfen. Hikaye işte, olacak o kadar.
Bu tavuklar kartal yumurtasını kümese getirip diğer yumurtaların yanına koyarlar. Diğer tavuklar da kendi yumurtalarından oldukça iri bu yumurtanın çok büyük bir tavuğa ait olduğunu düşünürler.
Tavuk aklı, yumurtayı getirenler de unuturlar bu büyük yumurtanın bir kartala ait olduğunu.Günün birinde kuluçkaya yatan bir tavuğun altındaki yumurtalardan yavrular çıkar. Büyük yumurtadan simsiyah kanatlı, ilginç gagalı tuhaf bir civciv çıkar.
Siyah “civciv” ve diğer civcivler ana tavuklar tarafından birer tavuk olarak eğitilirler. Nasıl yem yiyecekleri, tehlikelerden nasıl kaçınacakları, özellikle saldırgan yırtıcı kuşlara karşı kuytu yerlere nasıl kaçacaklarını öğrenir küçük piliçler ve gittikçe daha da parlak ve cezbedici siyah kanatlara sahip, diğerlerinden oldukça daha iri “piliç”.
Bir gün siyah piliç gökyüzünde süzülen kocaman siyah bir kuş görüp korkuyla anne tavuğa koşar. Anne tavuk o büyük siyah kuşun çok yırtıcı bir kartal olduğunu, ondan kaçınılması gerektiğini anlatır siyah yavrusuna.
Siyah yavru çok imrenmiştir kendisininki gibi koca kanatlarıyla havada süzülen kartala… Ama o bir tavuktur. Uçamaz. Anne tavuk ona öyle öğretmiştir.
O günden sonra küçük tavuk, ömrü boyunca arka bahçede kartalın ihtişamlı geçişini izleyip iç çeker ve her defasında, "Keşke ben de bir kartal olup uçabilseydim." diye hayıflanır.
Ve bir gün siyah uzun kanatlı büyük tavuk, ihtişamlı kartalı izlerken ölüp gider.
Bizim federasyon ile iki devletli çözüm veya diğer çözüm alternatifleri tartışmamız da bu hikayeye çok benziyor. Stockholm sendromuyla platonik aşk yaşadıkları Rum tarafının öğretisiyle Kıbrıs Türk devletinin hiçbir zaman tanınamayacağı önyargısı pekişen arkadaşlar tek ayak üstünde, yaramaz çocuk gibi iki devletli çözümün olamayacağını bağırıyor…
Arkadaşlar, bağımsızlık Kıbrıs Türk halkının en az Kıbrıs Rum halkı kadar hakkıdır. İki devletli çözüm belki de yaşayabilecek, uzun vadeli olabilecek tek çözüm yolu olabilir. Daha iyisi Avrupa Birliği içerisinde iki devlettir. Olur mu? Peşim olmaz demeden, isterseniz biraz olması için gayret gösterelim. 1977’den bu yana defalarca başarısız olan federal çözüm çabasına bir şans daha diye ısrar etmek ama diğer opsiyonlara kapıyı kapatmak, kusura bakmayın, çözüm istememek anlamına geliyor.
Uçan kartalları seyrederek ölmek herhalde çok büyük marifet değil. Belki de uçabiliyoruz, bir denesek ya!
Yusuf KANLI
yusufkanli@gmail.com
30.11.2020
...