Akıncı devamla diyor ki: “Avrupa Birliği hukukunda sermayenin serbest dolaşımı özgürlüğü kapsamında serbest olan mülk satın alımlarının Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’nce düzenlenebilmesi için Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’nin yetkilendirilmesinin bir derogasyon olarak yer alması tarafımızca talep edilmektedir. Böylece, Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’nin yapacağı düzenleme Avrupa Adalet Divanı tarafından iptal edilemeyecek bir yasal güvenceye sahip olacaktır. Rum tarafı ise bu hakkın bir derogasyonla değil, bir koruyucu ilke (safeguardclause) ile de elde edilebileceğini, bu düzenlemede belli bir büyüklüğe kadar olan bir mülk satışının izne tabi olmaması gerektiğini, daha büyük mülklerle ilgili olarak ise kurucu devletlerin kendi iç vatandaşlığına sahip olmayan kişilere mülk satışını izne tabi olmasına karşı olmadıklarını, AAD’nın bu önlemi gözden geçirebileceğini, ancak iptal etmeyeceğini değerlendirdiklerini söylemektedir. Bu konudaki müzakereler devam etmektedir.
Sabahattin İsmail:
Sn. Akıncı’nın bu ifadesinden de anlaşılan, 1/3 oranındaki toprağın ( 29.2’nin 1/3’ü) içimize gelecek olan Rumlara iade edilmesinden ayrı olarak “AB üyesi 27 ülkenin sermayesinin de ( Rum-Yunan sermayesi dahil ) Kuzey’de mülk alabilmesi konusunda bir mutabakat olduğu anlaşılmaktadır..
Buradaki anlaşmazlık konusu ise şudur: Türk tarafı 27 AB üye ülkesi ( Rum-Yunan dahil) sermayesinin ne kadar mülk alabileceğini Türk eyaletinin belirlemesini ve bunun bir derogasyonla sınırlanmasını talep etmektedir.. Rum tarafı ise az miktardaki mülk alımlarının serbest olmasını, belli bir miktarın üzerindeki mülklerin de bazı koruyucu ilkelerle sınırlanmasını talep etmekte ve derogasyona karşı çıkmaktadır..
Bu konuda ise henüz bir mutabakat olmadığı anlaşılmaktadır.
Ne ki, Akıncı’nın 1/3 toprağın Rumlara verilmesinden ayrı olarak 27 AB üyesi ülkenin (Yunan ve Rum sermayesi dahil) Kuzeyde mülk almasını prensip olarak kabul ettiği ancak Kuzeydeki eyaletin buna bir sınır koyması için yetkili olmasını talep ettiği anlaşılmaktadır..( Rum tarafı buna karşı çıkıyor)
Hiç şüphesiz bu mülkler Türk mal sahiplerinden alınacaktır.. Böylece, Rumlara verilecek 1/3 oranındaki mülklere ilaveten birçok mülkün de yüksek bedeller ödenerek Türk mal sahiplerinden alınması mümkün olacaktır.. Böylece Türk Halkının toprak egemenliğini ve Kuzeydeki mülk sahipliğini kısa sürede yitirerek topraksız bir Halk haline geleceği açıktır…
Bunu önlemenin yolu, AB üyesi 27 ülke sermayesinin ( Yunan ve Rum sermayesi dahil) Kuzeyde mülk satın almasını Malta örneğinde olduğu gibi, kalıcı derogasyonla yüzde 1-2 oranında kısıtlamaktır…
Bu bağlamda, Türkiye AB üyesi olmadığı için, aynı hakkın Türk sermayesine tanınmayacağını ifade etmek gerekmektedir.. O nedenle Türkiye AB’a tam üye olana kadar Türk sermayesine da aynı hakların tanınmasında ısrar etmek gerekmektedir
Yine bu konuyla bağlantılı olarak ifade etmek gerekirse, Sn. Akıncı sadece AB sermayesinin Kuzeydeki mülk alımları konusunda derogasyon talep ederken, AB vatandaşlarının ( Rum-Yunan vatandaşları dahil) Kuzeyde yerleşmeleri ve çalışmaları konusunda kalıcı bir derogasyon öngörmemektedir..( Malta AB’a girerken bu derogasyonları koydurmuş ve AB vatandaşlarının adayı istila etmelerini önlemiştir.)
Oysa bunun olmaması demek, 5-10 yıl içinde Kuzey’in, Rum-Yunan vatandaşları başta olmak üzere AB vatandaşları tarafından istila edilmesi ve azınlığa düşmemiz anlamına gelmektedir…
Özellikle kısıtlamasız serbest yerleşme, mülk alma, iş kurma ve çalışma imkânından yararlanacak olan Rum ve Yunanlılar kısa sürede Kuzey’de çoğunluğa geçecektir…Bu olduktan sonra ise, kendilerine siyasi hakların verilmediğinden şikâyet edecekler, Avrupa mahkemelerine gidecekler, protestolarda bulunacaklar ve hem iç güvenliğimiz açısından, hem de yeni düzenin temel yapısının korunması açısından büyük bir krize, büyük bir çatışmaya neden olacaklardır…
*********
Akıncı diyor ki: “Kıbrıs Rum Kurucu Devleti’nden Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’ne gelecek olan nüfusla ilgili düzenlemelerde, yasal ikametgâhını daimi olarak Güney’den Kuzey’e taşımayı kabul edip Güney’deki ilgili tüm haklarından vazgeçecek kişilere her şehir, kasaba veya köyde %20’den fazla kişi olmaması kaydıyla yasal ikamet verilmesi sağlanarak; ayrıca, iç vatandaşlığına kabul kriterlerle düzenlenerek sarih nüfus çoğunluğunun Kıbrıslı Türklerde kalması planlanmaktadır. Bu gibi düzenlemelerin AB hukuku ile düzenlenmediği değerlendirilmektedir.
Sabahattin İsmail
Akıncı’nın bu açıklamasından anlaşılan nüfusumuzun beşte biri oranındaki ( %20) Rum nüfusa Kuzey’de daimi ikamet izni ve yerel idarelerde seçme seçilme hakkı verileceği ve belirlenecek iç vatandaşlık kriterlerine uyan kişilere de iç vatandaşlık verileceği anlaşılmaktadır.. Bu durumda 220 bin olarak verilen nüfusumuzun beşte birine denk gelen 44 bin Rum Kuzeyde eski mülklerinde, satın alacakları veya kiralayacakları mülklerde yaşayacaktır.. Bunların köy ve kentlerdeki oranı da beşte bir oranında olacaktır.. Bunun anlamı, Güneydeki devlet, Rumlardan oluşan homojen bir Rum devleti olurken, Kuzeydeki Türk eyaletinin ise 1974 öncesinde olduğu gibi Rum ve Türklerden oluşan karma nüfuslu bir eyalet olacağıdır..
Yine Akıncı’nın açıklamasından anlaşılan bu konuda kalıcı bir derogasyon talep edilmediğidir…
Yine Akıncı’nın ifadesinden anlaşılan içimizde 1/5 oranında Rum yaşamasının NÜFUSTA SARİH ÇOĞUNLUK ilkesini korumak için yeterli olduğudur…Oysa 1/5 oranı SARİH TÜRK NÜFUS ÇOĞUNLUĞU’nu sağlamaktan çok uzaktır…Kuzey’de SARİH bir nüfus çoğunluğuna sahip olmamız için bu oranın 1/15 i aşmaması ve bunun kalıcı bir derogasyonla korunması gerekmektedir. ( 220 bin nüfusta 14.600, 320 bin nüfusta 21.330 )..Bu konuda kalıcı bir derogasyon ve bunun AB 1. Hukuku olması talep edilmezse ileride Rumların AİHM’e yapacakları başvuru ile getirilecek 1/5 oranını bile iptal edecekleri kesindir…Bu nedenle Kuzeyde bir güvenlik sorunu, bir iç çatışma yaşanmaması için ya hiçbir Rum’un Kuzeyde yerleşmesi kabul edilmemeli veya bu miktar 1/5’le değil, 1/15’le sınırlanmalıdır.. Bu sınırlama da kalıcı derogasyonla güvenceye alınmalıdır…
**********
Akıncı diyor ki : 1960 Anayasası’nda, Başkan ve Başkan Yardımcısı’nın sadece dışişleri, savunma ve güvenlik alanlarındaki Bakanlar Kurulu kararlarını veto etme hakkı bulunmaktaydı. Yeni federal yapıda, bu üç alanda karar alınabilmesi için Başkan ve Başkan Yardımcısı’nın birlikte onayının olması gerekecektir. Ayrıca ortak karar aranan bu konular dışındaki diğer Bakanlar Kurulu kararlarının Başkan ve Başkan Yardımcısı tarafından gerekli bulunması halinde iptal edilerek yerine başka karar alma yetkileri olması öngörülmektedir. Kıbrıs Türk tarafı ayrıca, 1960 Anayasası’nda olduğu gibi, Başkan ve Başkan Yardımcısı’nın Bakanlar Kurulu’nun herhangi bir konudaki kararını ayrı ayrı geri gönderme hakkına sahip olmaları ve tüm kararları birlikte imzalayarak yürürlüğe koymaları gerektiğini ortaya koymaktadır.
Sabahattin İsmail
Akıncı’nın bu açıklamasından anlaşılan siyasi eşitliğin önemli bir göstergesi olan DÖNÜŞÜMLÜ BAŞKANLIK ve eş başkanların yetkileri konusunda henüz bir uzlaşma olmadığı anlaşılmaktadır.. Akıncı 1960 Anlaşmasındaki VETO hakkımız yerine konsensüsle karar alınmasını savunduğunu ifade etmektedir.. Ancak konsensüs olmaması halinde nasıl bir mekanizmanın devreye gireceğini ve kararın durumunun ne olacağını belirtmemektedir..
Doğru olan, 1960’da olduğu gibi kesin ve net VETO hakkımızın olmasıdır…Üstelik, rejim Başkanlık rejimi olacağı için, bunun sadece 3 konuda değil, Bakanlar Kurulu’nun alacağı bütün kararlar ve Senato’dan geçecek tüm yasalar için geçerli olmasıdır..
********
Akıncı diyor ki:
Kuvvetler ayrılığı olan bir Başkanlık sisteminde, yürütme erkinin yasama erkinin üst organının bir kararını veto etme yetkisi bulunması öngörülemez. Bununla birlikte, kuvvetler ayrılığının bir başka gereksinimi, yönetim erkleri üzerinde ‘denetim ve denge’ mekanizmalarının kurulmasıdır. Buradan hareketle, Başkan ve Başkan Yardımcısı’nın federal Parlamento’nun alacağı bir kararı tekrardan değerlendirilmek üzere geri gönderme veya Yüksek Mahkeme’ye gönderme yetkisi bulunacaktır.
Sabahattin İsmail
Akıncı Başkanlık sistemindeki kuvvetler ayrılığı ilkesini anımsatarak, Başkanın Meclis kararlarını VETO yetkisi olamayacağını ileri sürmektedir.. Tek Halka dayalı ÜNİTER devletler veya farklı etnik yapılara dayanmayan, tek Halka dayalı, merkezi yanı güçlü idari federasyonlar için bu doğru bir argümandır.. Ne ki, Kıbrıs’ta yeni yapı ne ÜNİTER devlet olacaktır, ne de tek halka dayanan, merkezi yanı güçlü idari bir federasyon olacaktır…Kıbrıs’ta kurulması öngörülen yeni yapı iki eşit-kurucu Halkın-Devletin egemenliği eşit şekilde paylaşma ilkesi ve siyasal eşitlik temelinde merkezi yani zayıf bir federasyondur.. Dolayısı ile burada önemli olan iki halk-iki devlet arasında siyasi eşitliği korumaktır.. Nüfus çoğunluğu bulunan Halkın yasama organında salt çoğunluğuna dayanarak ve birkaç ideolojik işbirlikçinin katkısıyla ülkeyi ÜNİTER devlet olarak yönetmesini önlemek esastır…Bunun da yolu, 1960’da olduğu ve Cuellar Planında da öngörüldüğü gibi, Başkanlıkta VETO hakkımızın, yasama organlarında ise AYRI OY ÇOĞUNLUĞU hakkımızın korunmasıdır…
Sabahattin İSMAİL
17.02.2017
...